İlk sahnede “Aaaa, ilk kez siyahi bir buz patencisi görüyorum.” diye düşündüm. Her sporda neden başarılıydı? Onu isteklendiren şey yetimhanedeki yaşamıyla ilgili olabilir miydi? Anne-babasının ilgisi ona olumlu katkılar sunuyor gibi gözüküyordu. Buz pateni için geldiğinde zaten bu sporun gereksinimlerine sahip birisiydi. Esneklik, uzunluk, dönüş ve takla gibi özelliklere sahip bir şekilde bu spora başladığından başarıya giden yolda daha hızlı yol kat edebilecekti.
Yetimhane yaşantısı sayesinde otoriteden, zarar görmekten kaçınmak ve yanlış yapmamak adına taklit yeteneği gelişmiş olabilirdi. Çünkü 3 hafta gibi kısa bir sürede milli sporculardan iyi bir hale gelmişti. Peki annesi olsaydı orada paten yapmasına gerçekten izin alabilecekler miydi, bu durum kabulünü zorlaştırabilir miydi?
Paris’e gittiklerinde kalacak yerleri bile yoktu. Karavanda yaşadılar fakat ailesi onun gelişmesi için her şeyi yapıyordu. 1 yıl kadar bir sürede ise milli takıma girdi. Kariyeri, başarılarla ve şampiyonluklarla dolmaya başlamıştı.
Hareketleri gerçekten eşsizdi fakat hakemlerin bakış açılarına aykırı bir ten rengine sahipti. İnsanlar onu sevimli ve zarif bulmuyorlardı.
Çünkü kafamızda kalıplaşmış buz patencisi kalıplarına uygun birisi değildi. Kıyafetleri ise korkunç olarak değerlendiriliyordu. Hakemlerin gözünde istediği imaja sahip değildi. Bundan kurtulmanın yolu olarak zor hareketlerle kendini göstermek zorundaydı. Fakat bu durum koçuyla arasını açacaktı. Koçu bu hareketin yapılmasına kesinlikle karşıydı ve yapması durumunda başka biriyle çalışması gerektiğini açıkça belirtmişti. Başarılı olma baskısı ona bu hareketi yaptırdı ve işler istediği gibi gitmedi. Koçuyla arası açıldı ve annesiyle beraber çalışma kararı aldılar. Annesinin antrenörlük lisansı olmadığından görevde başka birisi vardı. Fakat annesi nereye gitse yanındaydı. Annelik ve antrenörlük arasındaki çizgi kaybolmuştu.
Başarısı sürekli onun için yeni hedefler belirlenmesine sebep oluyordu.
Dünya ve olimpiyat şampiyonluğu beklentileri onun stresini yükseltiyordu.
Bir yarışmada madalyayı kabul etmedi. Bu durum, oradaki otoritenin kararını kabul etmemek anlamına geliyordu. Puanlama sübjektif olduğuna göre madalya da öyleydi. O an madalyayı kabul etmemesinin yanlış olduğunu, madalyanın yüzeysel bir ölçüt olduğunu, başarılı olmak için devam edilmesi gerektiğini ve madalyanın arka planda kalmasını sonraki yıllarda kabullenebilmişti.
Kariyeri, diğer buz patencilerinin kariyerlerinden farklıydı. Alması gereken risk her zaman daha fazla olmalıydı. Kendisini göstermek adına riskli hareketler yapmaktan çekinmiyordu. Olimpiyatlarda kurallara aykırı olmasına rağmen ters taklayı denedi. O yıllarda madalya onun için her şeydi.
Kendini göstermek adına her şeyi yapmayı göze almıştı. Seyirciler buna bayılmıştı fakat kurallara aykırı olması sebebiyle yarışmayı 10. sırada bitirdi.
Sporcular, aktif olarak spor kariyerlerini ilerletirken bazen profesyonelliğe ve sportmenliğe aykırı tutumlarda bulunmaktan kendilerini alıkoyamazlar. Başarı odaklı ilerleyen kariyer, başarının göstergesi olarak kupa, madalya, rekor görmek ister. Sporun en temel güdüsü rekabet, sporculara zarar verir. Fakat rekabet güdüsü, temel motivasyon kaynaklarıdır. Bu kaynağın verimli ve sporcuya zarar vermesinin önüne geçerek kullanılması gerekmektedir.
Profesyonel patencilik kariyerinin ardından, buz pateni koçu olarak hayatına devam etme kararı almış. Kendi kariyerinde yaptığı hatalardan uzak, renginden dolayı dışlansa veya böyle düşünse bile sportmenliğinden taviz vermeyen sporcular yetiştirebilmesi dileğiyle…